15 Eylül 2008 Pazartesi

Gri Hikaye

İstasyonun dolup da boşalan banklarında oturuyordu adam. Bir şarkıdan çıkardı adını. Az önce belli belirsiz bir tempoda yere vurduğu ayaklarını sabitledi sonra, saatlerdir sürdürdüğü bu devinim yormuştu bacaklarını. Bedenini taşımaktan yorgun ayaklarını. Beklediği bir tren vardı belki, oysa gözlerini değdirmemişti demiryoluna. Elinde bir bileti, aklında ise gidilecek yollar ile ilgili hayalleri yoktu. Bir tren mi bekliyordu adamı? Ellerini ovuşturmaya başladı sonra, üşüyordu. Nefesini çarptı birkaç kez parmaklarına, yeterince ısınamamış olacak ki, yumruk yaptığı ellerini gömdü kahverengi pardösüsünün ceplerine. Delikti bir cebi. Kim bilir kaç kez bu cep yüzünden bozuk paralar yitirmişti. "Keşke yitirdiğim yalnızca bozuk paralar olsaydı" diye düşündü. Neler yitirebilirdi delik bir cepten? Alsa yalnızlığını, koysa şimdi şu cebe... Düşer miydi ? Kalkıp gitse yoluna, geride bıraktığı sahipsiz bir yalnızlığın kırıntıları akar mıydı demiryoluna? Vazgeçti düşünmekten. Bir şarkıyı çıkardı aklından.

Güzle yıkanmış ağaçtaki serçe gibisin. Titrek yüreğini sarmaya çabalıyorsun, kırık kanatlarınla. Kanatların, karıncaların kahvaltı sofrası. Yüreğin ise kırgın ayrılmış geçen ilkyazdan.

İlk kez başını kaldırdı adam. Önünden elinde topuyla koşan bir çocuk geçiyordu. Annesi bağırıyordu arkasından "Yavaş oğlum, düşeceksin şimdi". Çocuk kesik soluklarıyla "Düşmem" diye bağırdı, arkasına doğru. Kendisini düşündü adam. Koşsa, düşer miydi şimdi, yamalı dizleri yenilir miydi bir çıkıntıya? Arkasından ona seslenebilecek bir annesi bile olmadığı geldi aklına, üzüldü. Sonra neden düşüp de annesini üzmek istediğini. Annesinin toprağına karışmak istedi birden, sıcak gerdanına doluşmak "Güller açmıştır koynunda, bir koklayabilsem." dedi. Acı duydu bu halinden: Büyümüş de kocaman adam olmuştu, yine de sığınışlara saklamıştı umutlarını. Uzaktan köpek havlamaları geldi. Köydeki köpeğini anımsadı. Küçüktü o zamanlar, misket zamanlarındaydı. O zamanlarda da elleri ceplerinde dolaşırdı ama üşüdüğünden değil, babası gibi yürümek istediğinden. Geriye çeker omuzlarını, daha kendisini dolduramamış göbeğini vurarak dışarıya, bir ıslıkla sokaklarda dolanırdı, öylece dolaştığı bir sokakta köpeğine rastlamıştı. Yemek yiyen hayvana usulca yaklaşıp "Çomaaar" diye bağırmıştı. Bir anda irkilen hayvan yakaladığı gibi ısırıvermişti baldırından. Önce hissetmemişti, ne zaman ki akmaya başladı kanı, can havliyle seke seke annesine koşmuştu. "Geçer" demişti annesi. "Koca adam olacaksın sen, bu da geçer" adam olmuştu da geçmemişti. Yazılmıştı bir baldırına. Babası İstanbul'dan döndüğünde topallayan bacağına bakıp "ne oldu" diye sorduğunda, ne diyeceğini bilemedi. Nasıl anlatabilirdi babasına, küçücük köpeğe kaptırmıştı baldırını. "Çomar"" diyebildi yalnızca. O gece annesini dövdü babası. Sabahında av tüfeğini verip eline Çomar'ın karşısına dikti. "Vur" dedi. "Canını yakanın canını yakacaksın, vur şu iti!" Ağlayacaktı, babasının indirdiği şamarla kendine geldi. Bir el ateş sesi. Düşen köpekle birlikte savruldu geriye. Koştu, annesinin çürümüş omuzlarında ağladı. Dalıp giden bakışlarını fark ettiğinde adam, küçük çocuk da annesi de çoktan trene binmişti. Tren kalkış düdüğünü çınlatarak terk etti istasyonu. Bir adımını sildi, köydeki patikadan. Babasını dinlemişti o. Canını yakanın canını yakmıştı. Ne zaman gelmişlerdi büyük kente, daha bir can yakar olmuştu. Açlığını gideremediği canı için can yakmaya başlamıştı.

Dilin dillerine uymazdı. Bir pelteklidir kaldı hep. Diplomana yazmadılar belki ama sen biliyordun, yanık dilinle bitirip çıktın o okullardan. Bir telaş içinde saklamaya çalıştın, tandır ekmeği kokan düşlerini. Ya da görmezden geldin.

Derin bir soluk aldı, kent soluğuyla büyürken nasıl da unutmuştu; şöyle derinden bir soluk çekmeyi. Daha neler unutmuştu, neler... Nerede bırakmıştı elma yanağındaki masumiyeti? Hangi çıkmaz sokakta yapılan kavgada, ne için? Dönüp dönüp, kıyılardan başa sarmasının nedenini düşündü sonra. Ne zaman yorulsa, kendisini bu koca kente indikleri istasyona vurmasının, düşünüp de yanıtını beklemeden kalkıp gidişlerinin nedenini. O trenden yeniden inecek bir çocuk bekliyordu, gözbebekleri boyunu geçmiş o çocuğun inmesini bekliyordu belki de. Patikaları sildi köyünden. "Kimse anlamaz beni" dedi. "Duyarlar da iniltilerimi, bir gece olsun kurtarmazlar beni hıçkırıklarımdan."

Köyden bir arkadaşı gelmişti, iş istiyordu fabrikada. Oturup bir çay içmişlerdi önce, birbirlerinden çaldıkları misketleri anlatmışlardı. Kim kime borçluydu hesaplamıştı adam kendi aklınca. İş vermeli miydi, vermemeli miydi? Köyden bahsettiler sonra, gelen televizyondan, açılan liseden . Dönmemişlerdi bir daha köye, o da hiç gitme gereği duymamıştı. Ya akrabası yoktu ziyaret edecek ya da zamanı. Görmek için bir neden olan çocukluğu, gelmiyordu aklına. Birkaç soru sormuştu eski arkadaşına; yapabilir miydi bu işi, tekniker olabilir miydi, makine onarabilir miydi? "Traktörden başka makine bilmem" dediğinde, nasıl da gümbürtülü bir kahkaha patlatmıştı. "Kumaşları da traktörle mi taşıyacaksın" diye sorarken, boynu bükülen arkadaşını nasıl da küçümsemişti. Niye tutmamıştı onu yanında, iş mi yoktu, traktör biliyorsa şoför olurdu. Nasıl sormuştu öyle bir soru, bilmiyor muydu köyde okul yoktu, hoca yoktu. Neden eline bir yol parası sıkıştırıp yollamıştı gerisin geriye? "Çimenim" dediğinde ona bağlardan söz açacak biri olsaydı yanında ne sakınca olurdu? Bu değil miydi tek isteği, nereye ait olduğunu bulabilmek değil miydi? Köyünün dağlarıyla bu koca kentin gökdelenleri arasında sıkışmış bedenini kurtarmak için burada değil miydi?

Uzaktan sesi gelen tren böldü düşüncelerini. Soğuk hava yerine köyünü çekti içine. Baldırındaki iz sızlıyordu soğuktan, hareketsizlikten tutulmuş dizlerine yükleyerek son gücünü ayağa kalktı. Gelen trene doğru seke seke koştu. Kendisini çıkardı adam, yaşamdan. Hızla gelen trenin önüne bırakarak, içi boş bedenini.

Uzakta bir gözüm, içine işlemiş bir bakış beni sana bağlar. Canının yakanı sen, keşke hiç yakmasaydın canını. Saklamasaydın derelerinde yıkanmış ruhunu, yastığının altında.

Dumana dolanmış kırlangıçtır uyuyan,

Yuvası yıkık teller üstünde.

Gelen,

Mevsimi midir gidiş gelişlerin?

Bacası yokluk evlere midir dönüşler,

Yoksa masallarda mı uçar kırlangıçlar?

- -

1 yorum:

Adsız dedi ki...

muhteşem demekten başka ne gelir elden...
bir de devamını dilemekten.

tebrükler =)